at Anlamı, Karşılığı

# A B C Ç D E F G H I İ J K L M N O Ö P Q R S Ş T U Ü V W X Y Z

İngilizce - Türkçe

  • at
    edat 1. Bir yeri belirtmek için kullanılır: at my office benim büroda. at the station istasyonda. 2. Bir zamanı belirtmek için kullanılır: at five o´clock saat beşte. He works at night. Geceleri çalışır. 3. Bir hareketin hedefini gösterir: Look at her. Ona bak. He laughed at them. Onlara güldü. 4. Bir iş veya hareketten bahsederken kullanılır: He´s good at English. İngilizcede iyidir. 5. Bir miktarı göstermek için kullanılır: Oranges are selling at a dollar a kilo. Portakalın kilosu bir dolar.
  • at a bound
    bir hamlede.
  • at a clip
    hızla.
  • at a distance
    uzakta, uzak bir yerde.
  • at a glance
    bir bakışta.
  • at a stroke
    bir hamlede.
  • at a stroke
    bir anda.
  • at all
    hiç.
  • at all costs/at any cost
    ne pahasına olursa olsun.
  • at anchor
    demirli, demir atmış.
  • at any price
    her ne pahasına olursa olsun.
  • at any rate
    her ne ise, her neyse, neyse, her ne hal ise: At any rate, we enjoyed your party immensely. Her neyse, sizin parti çok hoşumuza gitti. Most of the food we ordered hasn´t come. At any rate, we´ve got the fish. Ismarladığımız yemeklerin çoğu gelmedi. Her neyse, balıklarımız geldi. At any rate, the important thing is that she´s succeeded. Her neyse, önemli olan onun bunu başarmış olması.
  • at any time
    her an: She could come at any time. Her an gelebilir.
  • at best
    nihayet, olsa olsa.
  • at best
    olsa olsa, taş çatlasa.
  • at bottom
    aslında, esasında.
  • at close quarters
    çok yakından, göğüs göğüse.
  • at close quarters
    çok yakından.
  • at close range
    yakından, yakın mesafeden.
  • at cross-purposes
    farkında olmadan apayrı amaçlar peşinde (olmak/çalışmak).
  • at dark
    akşam olunca, hava kararırken.
  • at death´s door
    ölümün eşiğinde, bir ayağı çukurda.
  • at death´s door
    ölmek üzere, bir ayağı çukurda.
  • At ease!
    ask. Rahat!
  • at every turn
    her keresinde, her defasında.
  • at first
    önce, evvela.
  • at first sight
    ilk bakışta.
  • at four o´clock sharp
    saat tam dörtte.
  • at full blast
    tam gazla; tam kapasiteyle.
  • at full gallop
    dörtnala.
  • at full length
    1. ayrıntılarıyla. 2. boylu boyunca.
  • at full speed
    son süratle, son sürat.
  • at full tilt
    son süratle.
  • at great length
    ayrıntılarıyla, detaylarıyla.
  • at heart
    aslında, hakikatte.
  • at home
    evde, kendi evinde.
  • at home in
    1. (bir konuda) bilgili: He´s at home in the business world. İş dünyasını yakından tanır. 2. (bir yerde) kendini rahat hisseden.
  • at home with
    -e aşina, -i iyi bilen: He´s at home with machines of all kinds. Her tür makineden anlar.
  • at intervals
    aralıklı, aralarla.
  • at issue
    üzerinde konuşulan, söz konusu olan.
  • at its zenith
    doruğunda, zirvesinde.
  • at large
    serbest.
  • at large
    1. serbest, ortada dolaşan. 2. genellikle. 3. bütün ayrıntılarıyla.
  • at last
    nihayet.
  • at last
    sonunda.
  • at least
    en az, en aşağı; hiç olmazsa, en azından.
  • at least
    1. hiç olmazsa, bari. 2. en azından.
  • at leisure
    1. boş zamanı olan. 2. boş zamanlarda.
  • at length
    1. uzun uzadıya. 2. en sonunda.
  • at liberty
    özgür.
  • at long last
    en sonunda.
  • at long last
    en sonunda.
  • at most
    en çok.
  • at most
    olsa olsa, en fazla.
  • at no time
    hiçbir zaman.
  • at odd moments
    zaman buldukça.
  • at once
    derhal, hemen.
  • at once
    1. hemen, derhal. 2. aynı anda.
  • at one blow
    bir vuruşta.
  • at one scoop
    bir vuruşta, bir darbede.
  • at one whack
    İng., k. dili bir defada, bir kalemde, birden.
  • at one´s command
    emrinde.
  • at one´s leisure
    boş zamanlarında.
  • at one´s peril
    başına gelebileceklerden kendisi sorumlu olarak.
  • at one´s pleasure
    1. istediği zaman. 2. isteğine göre.
  • at par
    tic. başabaş.
  • at peace
    1. barış halinde. 2. huzur içinde.
  • at present
    1. şu an. 2. şu ara, halihazırda.
  • at random
    rasgele, tesadüfen.
  • at that
    onun üzerine: Once again she refused, and at that he left. Bir daha reddetti; o da onun üzerine çıktı.
  • at that point
    1. o sırada: At that point I left. O sırada çıktım. 2. o noktaya gelince, o aşamaya gelince: At that point add the eggs. O aşamaya gelince yumurtaları ilave edin.
  • at the drop of a hat
    k. dili hemen, derhal.
  • at the eleventh hour
    k. dili son anda, son dakikada.
  • at the end of the day
    İng., k. dili eninde sonunda.
  • at the expense of
    ... pahasına.
  • at the instance of
    (birinin) isteği üzerine.
  • at the latest
    en geç.
  • at the moment
    şu an, şimdilik.
  • at the outside
    k. dili en fazla, olsa olsa, azami.
  • at the rate of
    hızla: at the rate of one hundred meters per second saniyede yüz metre hızla.
  • at the risk of
    ... pahasına.
  • at the same time
    aynı zamanda.
  • at the sight of
    -i görünce, -i görür görmez.
  • at the top of his lungs
    avazı çıktığı kadar.
  • at the top of one´s lungs/voice
    k. dili avazı çıktığı kadar.
  • at the utmost
    en çok, olsa olsa.
  • at the very least
    en aşağı, en az.
  • at this juncture
    bu noktada.
  • at times
    bazen, arasıra.
  • at value
    piyasa fiyatına göre değerlendirilmiş.
  • at will
    1. istediği gibi; istenilen şekilde: The aerial can be rotated at will. Anten istenilen yöne çevrilebilir. 2. istediğinde; istenilen zamanda.
  • at worst
    en kötü ihtimalde.
  • at worst
    en kötü ihtimal: At worst, all he´ll get is a year in jail. En kötü ihtimal, bir yıl hapis yer.
  • at your convenience
    size uygun bir zamanda, mümkün olduğu kadar yakın bir zamanda.
  • at your risk
    ziyan olduğu takdirde sizin hesabınıza, tehlike sorumluluğu size ait olmak üzere.

Türkçe - İngilizce

  • AT
    (abbr. for Avrupa Topluluğu) EC (the European Community).
  • at
    ,-tı horse. --ı alan Üsküdar´ı geçti. colloq. It is far too late now (to rectify it). --/--lar anası mannish woman with large features. -- başı beraber/bir both in the same condition, on the same level. --a binmek to mount a horse; to ride a horse. -- cambazı 1. equestrian performer, show rider. 2. horse dealer, horse trader. -- çalındıktan sonra ahırın kapısını kapamak to lock the barn door after the horse is stolen. --a et, ite ot vermek to distribute work or goods without considering the needs and skills of those involved. -- gibi huge (woman). -- hırsızı gibi shifty-looking big (man). --tan inip eşeğe binmek to come down in the world. -- izi it izine karışmak to be such a confused society that one can´t tell the good people from the worthless. -- kılı horsehair. -- koşmak /a/ to hitch a horse to (a carriage). -- koşturmak 1. to gallop, gallop a horse, ride at a gallop. 2. colloq. to fool around, chase rainbows. -- koşturacak kadar büyük/geniş huge (room, house, etc.). -- meydanı hippodrome. -- nalı horseshoe. -- nalı kadar immense (medal, medallion, ornament). -- oynatmak 1. to show off one´s skill as a horseman. 2. /la/ to compete (with). 3. /da/ to rule, establish one´s overlordship (over). 4. to act as one wishes. 5. /da/ to be knowledgeable in (a subject). --ın ölümü arpadan olsun. proverb It is not worth depriving oneself of something one likes for fear of bad consequences. -- pazarı horse market. -- pazarında eşek osurtmuyoruz. vulg. Shut up and listen to what I´m saying. --ını sağlam kazığa bağlamak to take precautions in one´s business. -- yarışı horse race.